19 Kasım 2015 Perşembe

Fethullah Gülen Hz.Meryem ile Hz.Muhammed'i Neden Nikahladı?



Fatih Tezcan


Konu benim gündemime Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar’ın “Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm” başlıklı makalesi ile girmişti. (İslâmi Araştırmalar, c.20, sy.3, syf.290, TEK-DAV Yayını, Ankara, 2007)

Şöyle ki;

“Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar” adlı kitabında Fethullah Gülen, Meryem Suresi 17. ayetin meâlini, kendi ifadesiyle şöyle veriyor:

“Sonra, insanlardan gizlenmek için bir perde germişti.Ruhumuzu göndermiştik de ona tam bir insan olarak görünmüştü ” (Meryem Suresi-17.Ayet)

Fethullah Gülen sonra şu yorumunu ilâve ediyor:

“Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibariyle bütün tefsirler, ayeti kerime de: “… ruhumuzu gönderdik… ”diye belirtilen ruhun Cebrail (a.s.) olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki, burada Kur’an “Ruh” tabirini kullanıyor; ruh’un tayinin de ise ihtilaf vardır.İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimizin ruhunu içine alacak kadar da geniştir.Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka bir hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi; zira o bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da “Ruh”un Efendimizin ruhu olabileceği de ihtimal dâhilindedir…” (Fethullah Gülen: Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul, 2000, s. 247-248.)

Fethullah Gülen, cümlesinin sonunda bu konuda başka kanıtlar (?) bulunmadan kat'iyet ifade etmeyeceğini belirtiyorsa da, söz konusu çok şüphe çeken bir zorlamayla yaklaşıp, ayete işkence ederek böyle ütopik ve Kur’an’a aykırı bir şekilde yorumladıktan sonra ne kıymeti kalıyor?

Algıyı olgunun önüne geçirdikten sonra ne kıymeti kalıyor?


Saf zihinlere Peygamberlerinin aslında dünyanın en kalabalık mensuba sahip dininin Peygamberinin de babası olduğu rüşvetini verip, karşılığında Müslüman talebeler ve kendisine bir şekilde güvenmiş koca bir cemaat, farkında olmadan Hz.İsa merkezli diyalog zeminine çekildikten sonra, ne kıymeti kalıyor?

Üstelik konuyla alakalı şüpheye mahal bırakmayacak şekilde muhkem Kur'an ayeti varken!

Tembel talebelerin bile bildiği üzere İslam'da "nass'ın olduğu yerde içtihada mahal olmaz" iken yani kesin muhkem Kur'an ayeti'nin değindiği konuda alternatif yorum getirmek, İslam'a uygun olmuyor iken, Fethullah Gülen, kendi yorumuna Hz.Peygamberi de ortak ederek -haşa- “O, Hz.Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işâret buyuruyordu.” diyor.

Gülen'in sözünü ettiği işâret, Kenzu’l-Ummal’daki bir rivayettir.

Hadis uydurma yani kaynak olarak gösterilmesi, Peygamberin sahih hadisinde dile getirdiği üzere, 'cehennemde kendine yer hazırlamaya' karşılık geliyor.

Rivayet zincirlerindeki sıkıntılar bir yana konulup hadis sahihmiş gibi ele alınsa bile,

Hz. Peygamber’in Hz.Meryem ile nikâhının ve zevceleşmesinin Ahiret’te, Cennet’te olacağını söylediği görülüyor. (Bu nikahlanma olayına eserin 146 nolu dip notu ile Gülen, Ali el-Muttaki’ nin “Kenzu’l-Umma -l” (11/424) adlı eserinden dayanak gösteriyor.Ancak nedense rivayetin metnini vermiyor.Oysa orada Hz.Peygamber’e isnad edilen söz şudur: “Sa’d İbn Cünade’den, Allah Resûlü dedi: Cennet’te Allah beni İmrân kızı Meryem, Firavun’un hanımı ve Musa’nın kız kardeşi ile evlendirecek… ” Bu rivayet farklı ravilerden az çok farklarla Taberânî: Mu’cemu’l-Kebîr, VI, 52, no: 5485;Heysemî: Mecmu’a, IX, 128, gibi diğer kaynaklarda da geçmektedir.Ancak hadis, sahih veya sahihe yakın hadisleri topladığı söylenilen Kütub-i Sitte’de bile yok.)

O zaman sorun ne?

Fethullah Gülen, Hz.Meryem ile Hz.Muhammed'i Neden Nikahladı?

Gülen bu din, akıl ve mantık dışı yorumlarıyla Hz.İsa’nın babasının yani Hz.Meryem'in kocasının -haşa- Hz. Muhammed olduğunu iddia ederken ve buna kitabında yer vererek ABD’de olanlardan habersiz cemaate duyururken amacı ne?

İşte burada 'Emperyalizm'in Dinler Arası Diyalog Operasyonu' ve bu operasyondaki Gülenizm faktörü akla geliyor...

Yoksa İslam'da hangi sözün ne zaman hadis olarak kabıl edilip edilemeyeceğini, mevzu (uydurma) hadisi sanki gerçekmiş gibi nakletmenin vebalini veya başka bir bağlamda ifade edilmiş Peygamber sözünü kendi sözüne adeta yalancı şahid kılmak için kırpmanın ve bağlamından koparmanın ne derece büyük bir günah içerdiğini Fethullah Gülen'in bilmediğini düşünmek için, Fethullah Gülen Düşmanlığı gibi eklektik bir sığlıktan boğulmak gerekiyor.

Hayır, öyle değil; Gülen emekli bir vaiz ve bunları pekala çok iyi biliyor!

O halde?

"Hz.Meryem kimseyi hayal etmemişti, ona tertemiz biri yaklaşabilirdi, o da Hz.Muhammed olabilirdi" gibi din ve mantık dışı bir ifadenin maksadı olarak, hayatları arasında 600 yüzyıl olan Hz.Meryem annemizi ve Hz.Muhammed efendimizi değil de, Emperyalizm'in Dinler arası Diyalog Operasyonu'na gönüllü veya farkındalıksız bir Hizmet hamlesi ve Hz.İsa’nın etrafında temerküz etmiş bir faaliyet olarak, Hıristiyanlığı ve İslâmı “evlendirmeye ” yönelik girişim şüphesi doğuyor.

Kur’an-ı Kerim, hassas konuyla ilgili Meryem Suresi gibi müstakil bir sure tahsis ediyor ve surenin 20.ayetinde Hz.Meryem Yahudilere ‘bana bir beşer dokunmadığı halde…’ diyerek iman edenlere bütün yorum ve tahmin kapılarını kapatıyorken,
ABD’de yaşayan emekli vaiz Fethullah Gülen’in ‘Hz.Meryem’e ancak Hz.Muhammed dokunmuş olabilir’ imâsının arka planında, Hz.İsa merkezli bir düşün dünyası oluşturarak Emperyalizm’in Dinler Arası Diyalog Operasyonu’na Hizmet yatmıyorsa, başka ne gibi bir amaç olabilir?

Evet, bu konuyu Kur'an'a arz ettiğimizde karşımıza 2 ayet çıkar ve "Dur! Bu konuda yorum hakkın yok!" der.Bunlardan biri Meryem Suresi 20.ayettir ve o ayette biz Meryem annemizin yahudilere karşı hitaben "bana bir beşer değmedi" dediğini öğreniriz.

Hicab ile ifade ediyorum ki, Fethullah Gülen'in sorguladığımız sözleri için "Hz.Muhammed'in kendinden değil ruhundan söz ediyor" diyenlerle de karşılaşılıyor. İşte o noktada da Kur'an Kehf Suresi 110.ayetteki Allah'ın Peygamberine Hitabı ile, bu konuda laobaliyete müsaade etmiyor:

"De ki, ben de sizin gibi bir beşerim!..."

Yani Peygamberimizi, doğumundan 6 asır öncesine götürüp Hz.Meryem ile -haşa- nikahlamak için, İslam Dini'nin ne Kitabı ne Hadisi izin veriyor! Burada akla, Fethullah Gülen'in Neo-Platonizm/Yeni Eflatunculuk safsatasına olan bağlılığı konuşulabilir ki, bu ayrı ve uzun bir bahistir.

Bizce her şey net ama sanırız sonra çokça üzülmemek için, Kur’an’ın bir diğer kritik ayeti olan Tevbe Suresi’nin 31.ayetine, daha doğrusu bu ayetin ışığında Adiyy bin Hatem ile Alemlere Rahmet Peygamberimiz’in arasında geçen diyalogdaki ‘Peygamber Tefsiri’ne çok dikkat etmek gerekiyor.

Ayette Allah,
“Onlar, ahbarları (dîn adamlarını) ve ruhbanları (rahipleri) ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'tan başka Rab'ler edindiler. Oysa tek bir ilâha kul olmalarından başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. Allah Onların şirk koştukları şeylerden, münezzehtir.” buyuruyor.

Hrıstiyan iken Müslüman olan Adiyy bin Hatem’in Peygamberimize gelip ayetin bağlamını sorması üzerine Allah’ın Resulü, kanaat önderlerinin her dediğini benimsemenin, helal dediğine helal, haram dediğine haram demenin, yani Allah’ın çizdiği çerçeveleri kaale almadan kendi zannınca veya kalabalık etrafınca yüceleştirilmiş kimlikleri izlemenin, ayette sakınılması gereken Şirk’in tam da kendisi olduğunu ifade ediyor.

Allah muhafaza buyursun…

Kendisine beşer değmeyen Meryem’in Rabbi,
Kulluğuna beşer değdirmeyenlere, yeter...

************************************************
İSLAM DÜŞMANI ORYANTALİSTLERDEN ,MÜSTEŞRİKLERDEN
isra*17:85 - Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir." 

12 Kasım 2015 Perşembe

Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır.DİKKAT.DİKKAT.!

Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır. 
Bu vakıa, ister dışarıda hissedilen bir vakıa olsun isterse hissedilen bir vakıaya dayalı olarak dışarıda var olduğu tam bir teslimiyetle kabul edilen bir vakıa olsun, zihinde idrak edilebiliyorsa bunlar birer mefhumdurlar. Bunların dışındaki cümlelerin ve kelimelerin anlamları mefhum olarak isimlendirilemez. Bunlar ancak soyut bilgilerdir.
Mefhumlar, ya vakıayı bilgilerle ya da bilgileri vakıayla ilişkilendirmekle oluşurlar. Bu oluşum, vakıa ve bilgileri birbiri ile ilişkilendirme anında, vakıa ve bilgilerin ölçüldüğü kaide veya kaidelere göre daha da netleşir. Yani vakıa ve bilgileri birbiriyle ilişkilendirme anındaki akletmesi, kavraması oranında billurlaşır. Böylece kişide, cümleleri ve lafızları anlayan, somut vakıasıyla manaları idrak eden ve bunlar hakkında hüküm veren akliyet/zihniyet meydana gelir.  
Buna göre akliyet; bir şeyi akletme,  idrak etme keyfiyetidir. 
Bir başka anlatımla akliyet; tek bir kaideye veya belirli kaidelere göre değerlendirilerek, vakıanın bilgilerle veya bilgilerin vakıayla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir.   
İşte, bu nedenle İslami akliyetile komünist akliyet, kapitalist akliyet, karışık akliyet ve düzenli akliyet arasında fark vardır.    
Kişide var olan mefhumların neticeleri ile insan, idrak ettiği vakıaya yönelik davranışlarını, vakıaya yönelme veya ondan yüz çevirme şeklinde görülen eğilimini belirler ve eğilimlerini özel bir eğilim ve belirli bir zevk haline getirir.
Eğilimler
ihtiyaçlarını doyurmak istediği eşyalar hakkında insanda var olan mefhumlarla bağlantılı olarak, ihtiyaçlarını doyurmaya yönelten yönelticilerdir. İnsandaki meyiller, organik ihtiyaçları ve içgüdüleri doyurmayı gerektiren hayati güç tarafından ortaya çıkartılır.  Bağlantı bu güç ile mefhumlar arasında olur.
Tek başına bu eğilimler yani hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olan yönelticiler insanın nefsiyetini oluşturur. O halde nefsiyet;içgüdüleri ve organik ihtiyaçları doyurma keyfiyetidir. Diğer bir ifade ile ihtiyaçları doyurmaya yönelten yönelticilerin mefhumlarla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir.Nefsiyet, hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olarak, eşya hakkında insanda var olan mefhumlarla, insanın içinde doğal olarak var olan yönelticiler arasındaki bağlantıdan meydana gelen zorunlu bir sentezdir.    
 İşte, bu akliyet ve nefsiyet ile şahsiyet oluşur. Akıl ya da idrak insanın fıtratında bulunmasına, her insanda kesin olarak var olmasına rağmen akliyet,ancak insanın fiili ile meydana gelir.  Meyiller de insanla beraber yaratılmış olmasına ve her insanda kesinlikle bulunmasına rağmen nefsiyetde insanın fiili ile oluşturulur.      
Ancak bilgiler ile vakıayı birbirine bağlama esnasında, bunları ölçmede kullanılacak kaide veya kaidelerin bulunması ile anlam netleşir vemefhumhaline gelir. Yöneltici etkenler ile mefhumlar arasında meydana gelen sentez, yönelticileri netleştirir ve meyil haline getirir. 
İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığı kaide veya kaideler nefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir.    
Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur.

******************ÖNEMLİ***KAİDELER.***TEMEL.ASIL.KÖK.MAYA.******
İslâm; beşer tarihinde ilk defa devletler ve ordulararası münasebetlere dair en mükemmel ahkâmı getirmek şerefine eren yegâne nizamdir. Bu hükümlerin gayesi; devlet münasebetlerinin, sadece donmuş kaidelere, kuvvet mantığına ve kılıç kuvvetine dayanmadan tanzim edilmesidir.

Avrupa Devletlerinin böyle bir kanun ve, nizamın ihtiyacını hissetmeleri, ne acıdır ki ancak 17. Asırda mümkün olabilmiştir. Fakat yapılan kanunlar, yine de sayfalar üzerinde kalmış ve kurutan nizamlar, arkasında çeşitli millî ihtirasların gizlendiği bir paravana olmaktan öteye geçememiştir. Soğuk harbe vasıta olmaktan başka bir fayda sağlamamıştır. Bu nizamlarda hakkın ve adaletin tahakkuku diye birşey düşünülmediği için, denk kuvvetlere sahip • Devletlerin kötü çekişmelere mecbur olmalarından başka bir şeye alamamıştır. Bu kötü çekişmeler aradaki dengeyi bozmuş, kanun ve nizamların hiçbir amelî kıymeti kalmamıştır.

Islûma gelince; O, bütün beşeriyete gönderilen Rabbâni esaslar külliyatıdır. Daha 7. Asırda bu esasları vaz eden Allahü Taalâ, devletler arası dengenin bozulmasına meydan vermeden bu kaideleri tanzim ederken, müslümanların, diğer kuvvetlerle olan alâkalarını bu esaslar üzerine bina etmelerini dilemiştir. Gaye sadece bundan ibaret değildir. Ayrıca bu kaideler, adalet sancağının bütün beşeriyet için dalgalandırılmasını istemiştir. Adalete götüren yolların açılmasını murad etmiştir. İşte İslâm; yeryüzünde bu ulvi kaideleri ilk defa ortaya koyan yegâne nizamdır!...

***********************
Şayet isteseydik; Biz, onları sana gösterirdik de sen; onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki; sen, onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah; bütün yaptıklarınızı bilir.
Muhammed*30
(Kaidelerinden)
Doğrusu münafıklar, münafıklık sanatını iyi becermelerine ve genel olarak müslümanlar tarafından tanınmamalarına güveniyorlardı. Ancak Kur'an onların bu münafıklıkları sürekli gizli kalacak şeklindeki zanlarını, alaya almakta ve onları, durumlarını ortaya çıkarmakla ve müslümanlara duydukları kinleri ve nefretleri meydana koymakla tehdit etmektedir. Ve Peygamberine "Biz isteseydik onları sana gösterirdik de sen onları yüzlerinden tanırdın" demektedir. Yani biz isteseydik, onları teker teker, ayrı ayrı tanıtırdık da sen onlardan, kimi görsen simasından tanırdın. (Bu ayet yüce Allah'ın Peygambere onlardan bir zümreyi, isimleri ile teker teker açıklamasından önce inmişti) Bununla birlikte, onların konuşmaları ses tonları, sözü doğru anlamından saptırmaları ve seninle konuşurken sözlerinin mantık dışına çıkması tüm bunlar sana onların münafık olduklarını ifade eder de sen "Andolsun ki sen onları konuşma üslubundan tanırsın." Ve yaptıkları ameller ve o amellere yol açan nedenler yüce Allah'ın herşeyi kuşatan ilmine yükselir. "Allah bütün yaptıklarınızı bilir." Onun için gizli kapaklı hiçbir şey yoktur.
***********************************************************
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET.
****************************************************************************
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET.
*************************************************************************************************************
Kaide: Fiillerde asıl kaide şerî hükme bağlanmaktır. Bir işe ancak onun hükmünü bildikten sonra girişilir. Eşyada asıl olan ise, haramlılığına bir delil varid olmadıkça mübahlıktır.