İnsan unutabilirdi... unuttu... Zaafa düşebilirdi... düştü... şeytana mağlûp olabilirdi... ve oldu... yeni baştan kurtarılması gerekir. O, yeryüzüne inerken tevbe etmiş, hidayete ermiş bir ehlî tevhid idi. Şimdi ise onu, azıtmış, müfteri ve müşrik (Allah’a ortak koşan) olarak görmekteyiz. Fakat, çeşitli cereyanların onu kötü bir vasata itmiş olmasına rağmen kendisine yol gösterip Rabbına döndürecek bir görevli var. Rahmet sahibi Allah onu yalnız bırakmamış.
İnsanoğlu yeryüzüne inerken Rabbine inanıyor, günahlarının affını diliyordu. Üzerine halifelik sorumluluğunu da yüklenmişti. Allah’tan gelene uyacak, şeytandan ve nefsinden gelecek vesveseleri reddedecekti. Şüphesiz bu konuda ilk tecrübesinden de faydalanacaktı. Biz bunların hepsini görmüştük.
Zaman ilerledi; yeni şartların dalgaları arasında insan çalkalandı. Birbiriyle çelişen bu güç şartlar hem onu hem çevresini yıprattı. Vicdanı zedelenen insanoğlu, hayat seyrini değiştirdi. Bu bahiste karşılanması güç şartların insanlığı nasıl yeniden cabiliyete sürüklediğini göreceğiz.
İnsan unutabilirdi... unuttu... Zaafa düşebilirdi... düştü... şeytana mağlûp olabilirdi... ve oldu... yeni baştan kurtarılması gerekir.
O, yeryüzüne inerken tevbe etmiş, hidayete ermiş bir ehlî tevhid idi. Şimdi ise onu, azıtmış, müfteri ve müşrik (Allah’a ortak koşan)olarak görmekteyiz.
Fakat, çeşitli cereyanların onu kötü bir vasata itmiş olmasına rağmen kendisine yol gösterip Rabbına döndürecek bir görevli var. Rahmet sahibi Allah onu yalnız bırakmamış.
İşte bu sûrede biz, îman kafilesiyle karşılaşıyor ve bu kafilenin bayrağının Allah’ın seçkin kulları peygamberler tarafından dalgalandırıldığını görüyoruz. Nûh, Hûd, Salih, Lût, Ş u a y b ,
M û s â ve M u h a m m e d (aleyhimüssalatü ves-selâm). Bu mübarek zevat; insanları Allah’a yöneltib ikaz ederek beşer kafilesini, her zaman her yerde görülebilen sapıklıklarından kurtarmakla görevlidir. Beşerî, şeytanın sürüklediği uçurumdan kurtarıp hidayete ulaştırdıklarını görüyoruz. Ayrıca, hidayet ile dalalet, hak ile bâtıl ve yüce peygamberler ile insanların ve cinlerin şeytanları arasında geçen çetin savaş sahnelerini seyrediyoruz. Ancak; her hamlenin sonunda ikaz ve öğüde aldırış etmeyen yalancıların feci akibetleriyle, peygamberlere tabi olan mü’minlerin mutlu akibetleri de birer tablo halinde göze çarpmaktadır.
Kur’andaki kıssalar her zaman böylesine tarihî çizgiyi takip etmez. Görülüyor ki bu sûrede, tarihî bir çizgi takip edilmiştir. İnsanoğlunun ilk doğuşundan başlanarak takip ettiği seyir arzedilmektedir. Bilindiği gibi şeytan, sonunda cehenneme teslim edebilmek iyin insanları tamamen tehlikeli bölgelere sürükler. Sûrede, yoldaki işaretleri dikkate almadan bu bölgelere sapan insanlığın kurtarılması yolunda îman kafilesinin sarfettiği gayretler de anlatılıyor
Zaman ilerledi; yeni şartların dalgaları arasında insan çalkalandı. Birbiriyle çelişen bu güç şartlar hem onu hem çevresini yıprattı. Vicdanı zedelenen insanoğlu, hayat seyrini değiştirdi. Bu bahiste karşılanması güç şartların insanlığı nasıl yeniden cabiliyete sürüklediğini göreceğiz.
İnsan unutabilirdi... unuttu... Zaafa düşebilirdi... düştü... şeytana mağlûp olabilirdi... ve oldu... yeni baştan kurtarılması gerekir.
O, yeryüzüne inerken tevbe etmiş, hidayete ermiş bir ehlî tevhid idi. Şimdi ise onu, azıtmış, müfteri ve müşrik (Allah’a ortak koşan)olarak görmekteyiz.
Fakat, çeşitli cereyanların onu kötü bir vasata itmiş olmasına rağmen kendisine yol gösterip Rabbına döndürecek bir görevli var. Rahmet sahibi Allah onu yalnız bırakmamış.
İşte bu sûrede biz, îman kafilesiyle karşılaşıyor ve bu kafilenin bayrağının Allah’ın seçkin kulları peygamberler tarafından dalgalandırıldığını görüyoruz. Nûh, Hûd, Salih, Lût, Ş u a y b ,
M û s â ve M u h a m m e d (aleyhimüssalatü ves-selâm). Bu mübarek zevat; insanları Allah’a yöneltib ikaz ederek beşer kafilesini, her zaman her yerde görülebilen sapıklıklarından kurtarmakla görevlidir. Beşerî, şeytanın sürüklediği uçurumdan kurtarıp hidayete ulaştırdıklarını görüyoruz. Ayrıca, hidayet ile dalalet, hak ile bâtıl ve yüce peygamberler ile insanların ve cinlerin şeytanları arasında geçen çetin savaş sahnelerini seyrediyoruz. Ancak; her hamlenin sonunda ikaz ve öğüde aldırış etmeyen yalancıların feci akibetleriyle, peygamberlere tabi olan mü’minlerin mutlu akibetleri de birer tablo halinde göze çarpmaktadır.
Kur’andaki kıssalar her zaman böylesine tarihî çizgiyi takip etmez. Görülüyor ki bu sûrede, tarihî bir çizgi takip edilmiştir. İnsanoğlunun ilk doğuşundan başlanarak takip ettiği seyir arzedilmektedir. Bilindiği gibi şeytan, sonunda cehenneme teslim edebilmek iyin insanları tamamen tehlikeli bölgelere sürükler. Sûrede, yoldaki işaretleri dikkate almadan bu bölgelere sapan insanlığın kurtarılması yolunda îman kafilesinin sarfettiği gayretler de anlatılıyor
Biz, âyetleri ayrı ayrı ele almadan önce bu âyetlerin tüm olarak meydana koyduğu sahneye bir göz atalım:
Beşeriyet, yola koyulurken hidayete ermişti, mü’mindi, tevhid ehlindendi. Fakat gerek münasebet halinde olduğu dış unsurlar, gerek bizzat terkibindeki birbirine zıt unsurların tesiriyle sonradan zaman zaman dalâlete, şirke ve cahiliyete düştü. Bu sırada peygamberler geldi, yol gösterdiler ve önceki hakikati yeniden telkin ettileı Kimi helâk oldu, kimi de helâkten kurtulup yaşamaya devam etti. Yaşayanlar tevhid hakikatini yeniden kabul edenlerdir. Bunlar Allah’ın birliğini tanımışlar ve tek Allah’a bütün varlıklarıyla teslim olmuşlardır. İşte bunlar peygamberlerinin ağızlarından çıkan şu sese kulak vermiş kimseler idi:
«Ey milletim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur»...
Allah’ın gönderdiği bütün dinler bu tek hakikat esasına dayanmış ve tarih boyunca bütün peygamberler, ayni hakikati telkin etmişlerdir. Gelen her peygamber şeytanın sapıttığı, gerçeği unutturarak dalâlete sürüklediği bütün kavimlere bu cümleyi tekrarlamışlardır. Bilindiği gibi cahiliyetlerin karakterlerine göre kavimleri çeşitli ilâhlara inandıran şeytan, beşeriyeti zaman zaman şirke düşürmüş ve düşürmektedir. İşte hak ile bâtıl arasındaki mücadele bu temele dayanır. Allahü Teâlâ bu esas üzerinden inkarcıları helak eder ve mü’minleri kurtuluşa erdirir. Kur’an’ın devamında peygamberlerin (A.S.) ayrı ayrı dillere mensup oldukları halde ortaklaşa kullandıkları bir tabir vardır. Kur’an bu tabiri anlatırken ayni kelimelerle bir cümlede ifade etmiştir. «Ey milletim, Allah’a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur»... Bu, tarih boyunca ilahi dinlerdeki akait (temel inanışlar) birliğini isbatlamakta ve inançların telaffuz itibariyle de ayni olduğunu göstermektir. Zira gerçek itikadı tabir eden bu cümle, son derece manidar olup bütün peygamberlerin tekrarlamasiyle inanç birliğini elle tutulurcasına tasvir edebilmektedir. Kur’an kendine has uslubiyle itikat tarihini bu şekilde açıklamıştır.
Not;Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti’nde:
1. İmam Müslim, Ebu Hazm’ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh ile beş sene beraberdim ve ondan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini duydum: “RasulullahSallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: ‘Beni İsrail’i (İsrail oğullarını) peygamberler yönetiyorlardı. Bir peygamber vefat edince, onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yoktur. Fakat ardımdan Halifeler gelecek ve çok olacaklardır.’ Orada bulunanlar: ‘(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?’ diye sordular. ‘Önceki biatinize sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah’tan isteyin. Zira Allahu Teâlâ, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır.’ buyurdu.” Böyle demiş,Fakat günümüzde bazı kavramların manasınıda tahrif ederekkişilerin algılamalarını bozmuş olan şeytana rastlamaktayız.(2016)
onun için yeniden HZ.Muhammedin getirdiği akideyi güncellemek gerekiyor.
onun için yeniden HZ.Muhammedin getirdiği akideyi güncellemek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder