RIZIK RIZIK DEYİP BÜTÜN ENERJİNİSİNİ BU KONUDA HARCAYAN İNSANLIK...DİKKATLİCE OKUYUN..
HİÇ BİR CANLI YOKTUR Kİ
"Yeryüzünde yürüyen hiç bîr canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait
olmasın Onların duracak, dinlenecek yerlerini ve «aklanacak yerlerini bilir. Hepsi apaçık kitaptadır."...
İşte bir başkası daha, Allah'ın korkunç ve âlemşümul bilgisinden... Şu canlılar... Yeryüzünde yürüyen ne kadar varlık varsa, insandan, hayvandan, haşereden ve sürüngenlerden... Yeryüzünün üzerinde dolaşıp bağrına saklanan gizli ve bilinmez deliklerinde dolaşıp
duran ne kadar canlı varlık varsa... Sayıya ve hesaba gelmeyen ve
sayılıp hesap edilmesi mümkün olmayan ne kadar canlı yaratık mevcut ise... Hepsini bilir Allahüteâala. Hepsinin rızkını da O verir. Nerede durup dinlendiklerini ve nereye girip saklandıklarını bilir O...
Nereden gelip nereye gittiklerini... Hepsini bilir O... Onların hepsi
her türlü ve her bîri bu ince bilginin sınırları içinde kayıtlıdırlar...
Bu tasvir Hakleâlânın mahlûkat ile ilgili bilgisini mufassal olarak açıklamaktadır. İnsan, insanca tahayyülü ile bu manzarayı düşünmeye çabaladığı zaman bütün benliği ile titrer ve tasavvur etme küdretini gösteremez.
Burada anlatılanlar mücerret mânada bilgiden de öteye geçiyor.
İnsan hayalinin tasavvur etmekten âciz olduğu bu yığınlarca canlı
varlıkların teker teker rızkını vermek ve takdir buyurmak... Bu'da bir başka merhale. Allah'ın ilhamı olmasa beşer hayali nereden
kavrayacak onu.
Allahüteâlâ bu yeryüzünde dolaşıp duran şu canlıların tümünün
rızkını vermeyi kendi muhtar iradesiyle üzerine bir vazife olarak
almıştır. Ve yeryüzüne bütün bu canlı varlıkların ihtiyaçlarını karşılayacak imkanı bahsetmiştir. Ve bu canlı varlıklara da yeryüzünde
dolaşarak kendi paylarına ayrılan rızkı arayıp bulma imkanını vermiş ve çeşitli şekillerde bunu tanzim etmiştir. Bazı varlıklar rızıklarını ham ve pişmemiş olarak yerler. Bazısı ekim biçim yoluyle elde eder. Bazısı suni olarak elde eder, bazısı bileşimler yaparak hazırlar yiyeceği nesneleri. Ve daha bizim burada sayamıyacağımız
kadar değişik şekillerde ve biçimlerde üretim ve hazırlama yollarıyle alırlar gıdalarını. Bazı varlıklar da var ki, rızıklarını hazmedilmiş ve akıcı kan haline dönüşmüş şekilde alırlar. Pire ve sivrisinekler gibi.
Allah'ın bu kâinatı yaratmasındaki hikmetine ve rahmetine en
uygun düşeni de budur zaten. Bütün mahlûkatı kendi kabiliyetleri
ve istidatlariyle donatılmış olarak yaratmıştır. Hele insan... Yeryüzünün halifesi olan ve terkip tahlil gücüne yetiştirme ve üretme İmkânına, yeryüzünün yüzünü değiştirip geliştirme kabiliyetine ve hayat şartlarını kendi lehine tebdil etme kudretine sahip olan insan...
insan bir yandan bu ameliyeler ile uğraşırken bir yandan da rızkını
temin eder. Her ne kadar kendi rızkını kendi yaratmazsa da Allah'ın
kendisine verdiği istidat ve kabiliyetler sayesinde kâinatın gizli açık
enerji kaynaklarını keşfeder. Ve Allah'ın bütün canlılara hibe ettiği
hayat nimetlerini yine bu kabiliyeti sayesinde ortaya çıkararak ilâhî
kanunların icabını yerine getirir.
Burada bir takım kimselerin zannettiği gibi mukadder bir rızkın bulunup ta insan ister çalışsın ister çalışmasın ayağına geleceği,
oturmakla kaybedilinmediği gibi tembellik ve asalaklıkla gecikmeyeceği fikrini işlemek istemiyoruz.
Aksi düşünülecek olursa Allah'ın emrettiği esbaba sarılma hususu nerede kalacaktır ? Halbuki Allah esbaba sarılmayı kâinata bir
kanun olarak vaz etmiştir. Yaratıklara bu mukadderatı ve taketı
vermesindeki hikmetin ne mânası kalacaktır ? Allah'ın ilmin takdir
buyrulan kemâl basamaklarında insanlığın yükselmesi nasıl mümkün olacaktır? Halbuki Allahüteâlâ insanı bu mühim sahada vazifelendirmek için yeryüzünün halifesi olarak seçmiştir.
Şüphesiz her yaratığın bir rızkı vardır. Burası muhakkak Bu
rızık ta kâinat ummanında saklanmıştır. Allah kendi kanunları uyarınca insanların çalışma ve çabalamalarına göre bunu takdir buyurmuştur. Elbette ki kimse çalışmaksızın oturmamalıdır. Semanın altın veya gümüş yağdırdığı görülmüş değildir. Fakat gerek semada
gerekse yer yüzünde bütün mahlûkat için yeterli rızıklar vardır ve
Allah bunu kâinata vazetmiştir. Yaratıklar Allah'ın yeryüzüne koyduğu kanunları gereğince bu rızıkları araştırıp çalıştıkları takdirde
hiç kimseden esirgenmez onlar. Ve Allah'ın kanunlarının şaştığı
veya yolundan saptığı görülmüş değildir.
Mesele temiz kazançla kirli kazançtır. Her ikisi de bir çalışma
ve çabalama mahsulüdür. Aralarında değişen durum sadece şekli
ve biçimidir. Binaenaleyh bu şekil ve biçim değişikliğinin sonucu da
değişik olacaktır.
Bir önceki âyette zikredilen güzelce geçinme hususu ile burada
sözü edilen canlılar ve rızıkları arasındaki mukabeleyi de unutmamak gerekir. Kur an'ın muhkem ve mütenasip akışı içerisinde bu
nevi üslûp ve konu birliği asla gözden uzak tutulmaz. Gerek üslûp
gerekse konu bakımından sağlanmış olan uygunluk âyetlerin akış
atmosferi içerisinde ortaklaşa serdedilir.
Bu iki âyeti kerime inşalara gerçek Rablerini ve inanacakları
tanrılarını tanıtan ilk kısımlardır. İnsanlar yalnız bu yaratıcıya tapınmalıdırlar. O her şeyi bilir ve bilgisi bütün mahlûkatını kuşatmıştır. O'dur rızık verip te yaratıklarından hiç birisini rızıksız bırakmayan. İnsanlar ile insanları yaratan arasında bir münasebet
kurabilmek ve insanları, bilgisi engin ve her şeyi ihata etmiş bulunan rızık verici yaratanlarına kul edebilmek için bu bilginin önemi
pek büyüktür.
cilt-8-say-117-118
"Yeryüzünde yürüyen hiç bîr canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait
olmasın Onların duracak, dinlenecek yerlerini ve «aklanacak yerlerini bilir. Hepsi apaçık kitaptadır."...
İşte bir başkası daha, Allah'ın korkunç ve âlemşümul bilgisinden... Şu canlılar... Yeryüzünde yürüyen ne kadar varlık varsa, insandan, hayvandan, haşereden ve sürüngenlerden... Yeryüzünün üzerinde dolaşıp bağrına saklanan gizli ve bilinmez deliklerinde dolaşıp
duran ne kadar canlı varlık varsa... Sayıya ve hesaba gelmeyen ve
sayılıp hesap edilmesi mümkün olmayan ne kadar canlı yaratık mevcut ise... Hepsini bilir Allahüteâala. Hepsinin rızkını da O verir. Nerede durup dinlendiklerini ve nereye girip saklandıklarını bilir O...
Nereden gelip nereye gittiklerini... Hepsini bilir O... Onların hepsi
her türlü ve her bîri bu ince bilginin sınırları içinde kayıtlıdırlar...
Bu tasvir Hakleâlânın mahlûkat ile ilgili bilgisini mufassal olarak açıklamaktadır. İnsan, insanca tahayyülü ile bu manzarayı düşünmeye çabaladığı zaman bütün benliği ile titrer ve tasavvur etme küdretini gösteremez.
Burada anlatılanlar mücerret mânada bilgiden de öteye geçiyor.
İnsan hayalinin tasavvur etmekten âciz olduğu bu yığınlarca canlı
varlıkların teker teker rızkını vermek ve takdir buyurmak... Bu'da bir başka merhale. Allah'ın ilhamı olmasa beşer hayali nereden
kavrayacak onu.
Allahüteâlâ bu yeryüzünde dolaşıp duran şu canlıların tümünün
rızkını vermeyi kendi muhtar iradesiyle üzerine bir vazife olarak
almıştır. Ve yeryüzüne bütün bu canlı varlıkların ihtiyaçlarını karşılayacak imkanı bahsetmiştir. Ve bu canlı varlıklara da yeryüzünde
dolaşarak kendi paylarına ayrılan rızkı arayıp bulma imkanını vermiş ve çeşitli şekillerde bunu tanzim etmiştir. Bazı varlıklar rızıklarını ham ve pişmemiş olarak yerler. Bazısı ekim biçim yoluyle elde eder. Bazısı suni olarak elde eder, bazısı bileşimler yaparak hazırlar yiyeceği nesneleri. Ve daha bizim burada sayamıyacağımız
kadar değişik şekillerde ve biçimlerde üretim ve hazırlama yollarıyle alırlar gıdalarını. Bazı varlıklar da var ki, rızıklarını hazmedilmiş ve akıcı kan haline dönüşmüş şekilde alırlar. Pire ve sivrisinekler gibi.
Allah'ın bu kâinatı yaratmasındaki hikmetine ve rahmetine en
uygun düşeni de budur zaten. Bütün mahlûkatı kendi kabiliyetleri
ve istidatlariyle donatılmış olarak yaratmıştır. Hele insan... Yeryüzünün halifesi olan ve terkip tahlil gücüne yetiştirme ve üretme İmkânına, yeryüzünün yüzünü değiştirip geliştirme kabiliyetine ve hayat şartlarını kendi lehine tebdil etme kudretine sahip olan insan...
insan bir yandan bu ameliyeler ile uğraşırken bir yandan da rızkını
temin eder. Her ne kadar kendi rızkını kendi yaratmazsa da Allah'ın
kendisine verdiği istidat ve kabiliyetler sayesinde kâinatın gizli açık
enerji kaynaklarını keşfeder. Ve Allah'ın bütün canlılara hibe ettiği
hayat nimetlerini yine bu kabiliyeti sayesinde ortaya çıkararak ilâhî
kanunların icabını yerine getirir.
Burada bir takım kimselerin zannettiği gibi mukadder bir rızkın bulunup ta insan ister çalışsın ister çalışmasın ayağına geleceği,
oturmakla kaybedilinmediği gibi tembellik ve asalaklıkla gecikmeyeceği fikrini işlemek istemiyoruz.
Aksi düşünülecek olursa Allah'ın emrettiği esbaba sarılma hususu nerede kalacaktır ? Halbuki Allah esbaba sarılmayı kâinata bir
kanun olarak vaz etmiştir. Yaratıklara bu mukadderatı ve taketı
vermesindeki hikmetin ne mânası kalacaktır ? Allah'ın ilmin takdir
buyrulan kemâl basamaklarında insanlığın yükselmesi nasıl mümkün olacaktır? Halbuki Allahüteâlâ insanı bu mühim sahada vazifelendirmek için yeryüzünün halifesi olarak seçmiştir.
Şüphesiz her yaratığın bir rızkı vardır. Burası muhakkak Bu
rızık ta kâinat ummanında saklanmıştır. Allah kendi kanunları uyarınca insanların çalışma ve çabalamalarına göre bunu takdir buyurmuştur. Elbette ki kimse çalışmaksızın oturmamalıdır. Semanın altın veya gümüş yağdırdığı görülmüş değildir. Fakat gerek semada
gerekse yer yüzünde bütün mahlûkat için yeterli rızıklar vardır ve
Allah bunu kâinata vazetmiştir. Yaratıklar Allah'ın yeryüzüne koyduğu kanunları gereğince bu rızıkları araştırıp çalıştıkları takdirde
hiç kimseden esirgenmez onlar. Ve Allah'ın kanunlarının şaştığı
veya yolundan saptığı görülmüş değildir.
Mesele temiz kazançla kirli kazançtır. Her ikisi de bir çalışma
ve çabalama mahsulüdür. Aralarında değişen durum sadece şekli
ve biçimidir. Binaenaleyh bu şekil ve biçim değişikliğinin sonucu da
değişik olacaktır.
Bir önceki âyette zikredilen güzelce geçinme hususu ile burada
sözü edilen canlılar ve rızıkları arasındaki mukabeleyi de unutmamak gerekir. Kur an'ın muhkem ve mütenasip akışı içerisinde bu
nevi üslûp ve konu birliği asla gözden uzak tutulmaz. Gerek üslûp
gerekse konu bakımından sağlanmış olan uygunluk âyetlerin akış
atmosferi içerisinde ortaklaşa serdedilir.
Bu iki âyeti kerime inşalara gerçek Rablerini ve inanacakları
tanrılarını tanıtan ilk kısımlardır. İnsanlar yalnız bu yaratıcıya tapınmalıdırlar. O her şeyi bilir ve bilgisi bütün mahlûkatını kuşatmıştır. O'dur rızık verip te yaratıklarından hiç birisini rızıksız bırakmayan. İnsanlar ile insanları yaratan arasında bir münasebet
kurabilmek ve insanları, bilgisi engin ve her şeyi ihata etmiş bulunan rızık verici yaratanlarına kul edebilmek için bu bilginin önemi
pek büyüktür.
cilt-8-say-117-118
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder