30 Ekim 2013 Çarşamba

LİDERLERE,ÖNDERLERE ALLAH’IN HİTABI

LİDERLERE,ÖNDERLERE ALLAH’IN HİTABI

Yazdır
Düzenle
Yayınlanma: Perşembe, 12 Ocak 2012

LİDERLERE,ÖNDERLERE ALLAH’IN HİTABI

AHZAB
67- "Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar" derler."
68- Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov "
Dünyadayken kendilerini saptıran önderlerine ve büyüklerine karşı intikam duygusu uyanıyor içlerinde. Pişmanlığın, tevbenin işe yaramadığı bir sırada yalnızca Allah'a dönüp tevbe ediyorlar.
"Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar" derler. "Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov".
İşte kıyamet budur. Peki neyini soruyorlar? Bu uğursuz akıbete karşı tek kurtarıcı, o gün için işe yarayacak ameller işlemektir.
Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizin Zeynep bint-i Cahş ile evlenmesi, islamın bu fiili uygulama ile ortadan kaldırmağa çalıştığı bu cahiliye geleneğine ters düşmesi... Öyle anlaşılıyor ki Peygamber efendimizin bu evliliği pek kolay ve sakin geçmemiştir. Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar, islamın kesin, net ve sade düşüncesini sindirememiş, kavrayamamış kararsızlar bu evliliği dillerine dolamışlar. Ağız, burun etmişler, mırın kırın ederek memnuniyetsizliklerini belirtmişler, yanlış yorumlar yapmışlar, karşı çıkmışlar. Gizlice konuşmuşlar, vesvese çıkarmışlardır. Büyük sözler etmişlerdir.
Münafıklar ve bozguncular susmak nedir bilmiyorlardı. Zehirlerini kusmak için her fırsatı ganimet biliyorlardı. Tıpkı, Ahzap savaşında, Hz. Aişe'ye atılan iftira olayında, ganimetlerin paylaşılmasında olduğu gibi. Her münasebette haksız yere Peygamber efendimizi incitecek davranışlarda bulunuyorlardı.
Bu sırada -Beni Kureyze kabilesinin bundan önce de diğer yahudilerin Medine'den uzaklaştırılmalarından sonra- Medine'de açıktan açığa kafir olan hiç kimse kalmamıştı. Şehirde yaşayanların tümü artık müslüman görünüyordu. Bunların bir kısmı müslümanlığında samimiydi, diğer bir kısmı ise münafıktı. İşte bu tür söylentileri yayan, yalanları ortalıkta dillerine dolayanlar bu münafıklardı. Bazı mü'minler de onların tuzaklarına düşüyorlardı, çıkardıkları bazı söylentilere alet oluyorlardı. Burada Kur'an-ı Kerim, İsrailoğullarının Hz. Musa'yı incitmeleri gibi onları Hz. Peygamberi incitmekten sakındırıyor, ölçmeden, biçmeden gelişi güzel konuşmaktan sakındırıp doğru konuşmaya yöneltiyor. Onları Allah'a ve Peygambere itaat etmeye teşvik edip bu davranışın ardından kendilerini bekleyen büyük nimeti, lütfu hatırlatıyor:

İBRAHİM
21- Tüm insanlar Allah'ın huzuruna çıktıklarında güçsüz halk yığınları, büyüklük taslayan önderlere ' `Biz size bağlı idik, size uymuştuk. Şimdi Allah'ın bize vereceği azabın herhangi bir bölümünü başımızdan savabilecek misiniz? derler. Önderler ise güçsüzlere şu karşılığı verirler, "Eğer Allah bizi doğru yola iletseydi, biz de sizi doğru yola erdirirdik. Şimdi feryad etsek de, sabretsek de farketmez. Çünkü kaçıp sığınabileceğimiz bir yer yok.

"Bütün insanlar Allah'ın huzuruna çıktılar."
Yalanlayan tağutlar ve ezilmeyi, aşağılanmayı kabul eden zayıflardan oluşan taraftarları, beraberlerinde de şeytan... Sonra, peygamberlere inanan ve iyi işler, yapan mü'minler, hep birlikte, görünebilecekleri şekilde Allah'ın huzuruna çıktılar... Aslında onlar her an için Allah'ın kontrolüne ve gözetimine açıktılar. Ne var ki, onlar şu anda, tamamen ortada olduklarını, hiçbir perdenin, hiçbir örtünün, kendilerini örtüp saklayamayacağını, hiçbir koruyucunun kendilerini koruyamayacağını biliyorlar, hissediyorlar. Hep birlikte huzura çıktılar, meydan tıklım, tıklım, perdenin kalkması ile birlikte başlıyor karşılıklı konuşma:
"Güçsüz halk yığınları, büyüklük taslayan önderlere "Biz size bağlı idik, size uymuştuk. Şimdi Allah'ın bize vereceği azabın herhangi bir bölümünü başımızdan savabilecek misiniz?"
Zayıflar zayıflığı benimseyen kimselerdir. Düşünce, inanç ve hedef açısından kişisel özgürlüklerinden feragat edip müstekbirlere ve tağutlara uyruk olmak suretiyle yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en belirgin insani özelliklerini ayaklar altına alan Allah'ın egemenliği yerine Allah'dan başka birtakım kullara boyun eğen, o kulların egemenliğini seçen kimselerdir. Zayıflık mazeret değildir, aksine suçtur. Yüce Allah hiç kimsenin zayıf, güçsüz olmasını istemez. O, bütün insanları güç-kuvvet bulacakları himayesine girmeye çağırıyor. Çünkü güç, kuvvet tümüyle Allah'a aittir. Yüce Allah hiçbir insanın kendi isteği ile ya da istemeyerek özgürlüğünden vazgeçmesini istemez, -çünkü insanın en belirgin özelliği ve onur kaynağı özgürlüğüdür-. Hiçbir maddi kuvvet, -ne olursa olsun- özgürlük isteyen, insani onurunu ayaklar altına almayan, ona sarılan
bir insanı köleleştiremez. Bu kuvvetler en fazla insanın bedenine sahip olabilirler, ona işkence edip cezalandırabilirler, zincire vurup hapsedebilirler. Ama insanın vicdanına, ruhuna ve aklına hiç kimse sahip olamaz hapsedemez, aşağılayamaz. Sahibi kendi eliyle vicdanını, ruhunu ve aklını hapse, zillete teslim etmediği sürece...
Şu zayıfları, inanç, düşünce ve hayat tarzı noktasında büyüklük taslayan zorbalara uymaya kim zorlayabilir? Şu zayıfları Allah'dan başkasının egemenliğine sokmaya kimin gücü yetebilir? onları yaratan, rızıklarını veren, başkalarına değil, kendisine güvenmelerini isteyen yüce Allah olduğu halde, onları başkasının hakimiyetine girmeye kim zorlayabilir?
Hiç kimse... Sadece zayıf kişilikleri, başka değil. Onlar maddi kuvvet bakımından tağutlardan geri oldukları için zayıf değildirler. Ya da rütbe, mal, mevki veya makam bakımından aşağı oldukları için bu duruma düşmediler. Kesinlikle hayır... Bütün bunlar dışarıdan kaynaklanan geçici etkenlerdir. Tek başlarına zayıfların zayıflık sıfatını haketmelerine yeterli değildirler. İnsan olmanın en belirgin ve en başta gelen özellikleri olan ruh, kalp, onur ve izzeti nefs bakımından zayıf oldukları için bu duruma düşmüşlerdir.
Kuşkusuz mustaza'flar (zayıflar) çoğunlukta, tağutlar ise azınlıktadırlar. O halde çoğunluğun azınlığa boyun eğmesini hangi güç sağlamaktadır? Boyun eğmelerindeki etken nedir? Onların tağutlara boyun eğmesini sağlayan etken, ruhsal zayıflıkları, azimden yoksun oluşları, onur eksikliği ve yüce Allah'ın insanoğluna bahşettiği üstünlük duygusundan kendiliklerinden vazgeçmiş olmalarıdır.
Hiç kuşkusuz halk kitleleri istemese tağutlar onları ezemez, boyun eğdiremez. Çünkü ezilen halk yığınları istedikleri an tağutların karşısına dikilebilirler. O halde bu yığınlarda eksik olan özgür iradedir.
Aşağılık, zelil insanların ruhlarındaki aşağılanmaya yatkınlık duygusu olmasa aşağılanma, zelil olma sözkonusu olmaz. İşte tağutların da dayanakları sadece ezilen halk yığınlarındaki bu ezilmeye yatkınlık duygusudur.
İşte burada ezilenler ahiret sahnesinde aynı zayıflık duygusu içinde, yine büyüklük taslayan tağutlara itaatkâr bir tavırla soruyorlar:
"Biz size bağlı idik, size uymuştuk. Şimdi Allah'ın bize vereceği azabın herhangi bir bölümünü başımızdan savabilecek misiniz?"
Hiç kuşkusuz size uyduğumuz için bu acıklı sonla yüzyüze geldik.
Belki de onlar azabı görünce, büyüklük taslayanları öncülük yapmaya teşvik edip kendilerini azaptan korumalarını umuyorlar. Ayet onların sözünü her halukârda zillet damgasını taşıyorken aktarmaktadır:
Büyüklük taslayanlar da bu soruya şu karşılığı veriyorlar:
Önderler ise güçsüzlere şu karşılığı verirler: Eğer Allah bizi doğru yola iletseydi, biz de sizi doğru yola erdirirdik. Şimdi feryat etsek de sabretsek de farketmez, çünkü kaçıp sığınabileceğimiz bir yer yok."
Zayıfları başlarından savmak istediklerini onlardan sıkıldıklarını dile getirmektedir bu cevap.
"Eğer Allah bizi doğru yola iletseydi, biz de sizi doğru yola erdirirdik." Neye dayanarak bizi kınıyorsunuz. Biz ve siz aynı sonuca giden aynı yolda beraber değil miydik? Kendimiz doğru yoldayken sizi saptırmadık ki? Eğer Allah bizi doğru yola iletseydi biz de sizi kendimizle birlikte doğru yola iletirdik. Tıpkı saptığımız için sizi de saptırdığımız gibi. Burada onlar doğru yolda ya da eğri yolda olmayı yüce Allah'a bağlıyorlar. Daha önce yüce Allah'ı ve gücünü inkâr ettikleri, yüce Allah'ın karşı konulmaz ve ezici gücünü hesaba katmayan bir tavırla zayıflara karşı üstünlük tasladıkları halde yüce Allah'ın gücünü itiraf ediyorlar. Aslında onlar işi Allah'a bağlamakla sapma ve saptırmanın sorumluluğundan kaçmak istiyorlar. Oysa yüce Allah sapıklığı emretmez. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır. "Allah kötülük işlemeyi emretmez." (Araf Suresi 28) Sonra bu müstekbirler çaktırmadan zayıfları azarlıyorlar. Onlara feryad etmenin ya da sabretmenin hiçbir şey değiştirmeyeceğini bildiriyorlar. Kuşkusuz azap hakedilmiştir. Ne sabır ne de feryad etmek bu durumu değiştirmez. Azaba karşı feryad etmenin işe yaradığı, insanın sapıklıktan doğru yola girmesine neden olduğu, aynı şekilde zorluğa karşı sabretmenin yarar sağladığı, yüce Allah'ın rahmetinin ulaşmasına neden olduğu anlar geride kaldı. İş işten geçti. Kaçılacak, sığınılacak bir yer de yok artık:
"Şimdi feryad etsek de sabretsek de farketmez, çünkü kaçıp sığınabileceğimiz bir yer yok."
Artık iş işten geçmiştir. Tartışma, sona ermiştir. Karşılıklı konuşma kesilmiştir... Bu anda sahnede ilginç bir şey görüyoruz... Şeytandır bu... Sapıklığın telkincisi, sapıkların yol göstericisi şeytan.. Kâhinlerin ya da tam ifadesiyle şeytanın kılığına girdiğini görüyoruz. Hem zayıflara hem de büyüklük taslayanlara şeytanca sözler ediyor. Şeytanın bu sözleri azaptan daha acı gelmelidir onlara:
"Herkese ilişkin hüküm verilip iş işten geçtikten sonra şeytan cehennemliklere der ki; "Hiç kuşkusuz Allah'ın size yönelik vaadi doğru idi, ben ise size verdiğim sözü yerine getirmedim. Benim size yönelik somut bir yaptırım gücüm yoktu, sadece sizi yoluma çağırdım, siz de çağrıma uyuverdiniz. O halde beni suçlamayınız, kendinizi suçlayız; şimdi ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Aslında vaktiyle beni Allah'a ortak koşmanızı da onaylamış değildim. Hiç kuşkusuz zalimler, acıklı bir azap çekeceklerdir."
Allah, Allah, bu şeytan gerçekten de şeytandır. Burada kişiliği her yönüyle ortaya çıkıyor. Tıpkı bu karşılıklı konuşmada zayıfların ve büyüklük taslayanların kişiliği her yönüyle ortaya çıktığı gibi...
Göğüslere vesvese veren, insanların Allah'a isyan etmesini teşvik eden, küfrü yaldızlı, çekici gösteren, onları hak daveti dinlemekten alıkoyan şeytandır bu...
Evet odur bu sözleri söyleyen, onları oldukça acı ve etkileyici bir şekilde kınayan... Ama onu reddedecek durumda değildirler. Çünkü iş işten geçmiştir. Bu sözleri zamanı geçtikten sonra söylüyor ne fayda!
"Hiç kuşkusuz Allah'ın size yönelik vaadi doğru idi, ben ise size verdiğim sözü yerine getirmedim."
Sonra onları kendi çağrısına uymalarını ayıplayarak bir kez daha utandırıyor. Oysa üzerlerinde hiçbir etkinliği, yaptırım gücü yoktu. Sadece onlar kişiliklerinden sıyrıldılar, kendileri ile şeytan arasındaki eski düşmanlığı unuttular, yüce Allah'ın hak davetini terkedip onun batıl çağrısına koştular:
"Benim size yönelik somut bir yaptırım gücüm yoktu, sadece sizi yoluma çağırdım siz de çağrıma uyuverdiniz."
Sonra onları kınıyor ve kendi kendilerini kınamaya çağırıyor. Kendisine uydukları için kınıyor!
"O halde beni suçlamayınız, kendinizi suçlayınız."
Sonra onları ortada bırakıyor, onlardan uzaklaşıyor. Daha önce çeşitli vaadlerde bulunan onları ümitlendiren, emellere daldıran ve hiç kimsenin kendileri ile baş edemeyeceğini telkin eden oydu. Ama şimdi bağırıp çağırsalar da kendilerine cevap verecek değildir. O da feryat etse kendileri de ona yardım edemezler
"Şimdi ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz."
Aramızda bir bağ, bir dostluk yoktur.
Ardından kendisini Allah'a ortak koşmalarını onaylamadığını, bu şirklerini inkâr ettiğini belirtiyor:
"Aslında vaktiyle beni Allah'a ortak koşmanızı da onaylamış değildim." Yaptığı şeytanca konuşmayı yardakçılarının başına gelen dayanılmaz felaketi vurgulayarak bitiriyor:
"Hiç kuşkusuz zalimler, acıklı bir azap çekeceklerdir."
Şu şeytana bakın... Kendilerini sapıklığa çağıran ve bu çağrısına olumlu karşılık verip uydukları şeytan yardakçılarına bakın... Peygamberler de onları Allah'a itaat etmeye çağırmış, ama onları yalanlayıp, inkâr etmişlerdi.
Perde inmeden önce, karşı yakada yeralan mü'min ümmeti, kurtulmuş ümmeti görüyoruz.
"İman edip iyi ameller işleyenler ise, Rabblerinin izni ile içinde ebedi olarak kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirilirler, onlar orada esenlik dileği olarak "selâm' ile karşılanırlar."
Şimdi perde iniyor... Ama ne sahne!
Yalanlayanlar ve tağutlar karşısında yeralan davet hareketinin ve davetçilerin hikâyesi ne de güzel son buluyor! ..
İSRA
71- Biz o gün bütün insan gruplarını önderleri ile birlikte huzurumuza çağırırız. Kimlere amel defterleri sağ taraftan verilirse, onlar defterlerini sevine sevine okurlar. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez.
72- Bu dünyada gerçekler karşısında kör olan kimse ahirette de kör, doğru yoldan sapmışlık oranı da daha büyük olur.
Bu sahne bütün yaratıkların toplandığı günü canlandırmaktadır. Burada her topluluk kendi adıyla işlemiş oldukları "yolun" adıyla çağrılmaktadır. Veya kendisine uymuş oldukları peygamberin adıyla yahutta dünya hayatında lider olarak gördükleri önderlerinin adıyla çağrılmaktadır. Çağrılıyor ki, dünyada yaptıklarının yazılı belgesi kitap teslim edilsin ve ahiret yurdundaki cezaları kendilerine bildirilsin... Orada kimin amel defteri sağ taraftan verilirse, o bu kitabıyla sevinir, onu okur ve okutur. Mükafatı da eksiksiz biçimde verilir. İsterse bir hurma çekirdeğinin ortasındaki çizgi kadar olsun! Dünyada doğru yolun kanıtlarını görmeyenler, ahirette de iyilik yolunu görmeyeceklerdir. Daha da sapık olacaklardır. Cezaları ise bellidir. Fakat ayetlerin akışı bu korkunç kalabalığın canlandırıldığı sahnede insanların halini tasvir ediyor. Kör bir adam yolunu şaşırmış, yürümeye çabalıyor. Kendisine yol gösterecek kılavuz bulamıyor. Yolunu bulabilmesi için başka bir imkânı da yok. Bu kör adam bu şekilde tasvir edildikten sonra öylece bırakılıyor. Onun hakkında kesin bir hüküm verilmiyor. Zira böyle korkunç ve zorlu bir ortamda körlük ve sapıklık sahnesi zaten başlı başına dehşet verici ve kalpleri ürperten bir cezadır!
41- Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.
"Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık."
Ne kötü bir davetçilik bunların ki. Ne iğrenç bir önderlik! Kıyamet günü asla yardım görmeyeceklerdir.'
Azgınlığın, küstahlığın cezası dünyada ve ahirette hezimettir, bozgundur. Sadece bozgun değil, yeryüzünde lanete uğraması, ahirette de kabahatinin yüzüne vurulması, rezil edilmesi var.
"Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lanet taktık. Kıyamet günü de iğrenç kimselerden olacaklar."
Ayetin orjinalinde geçen "el-Makbuhiyn" kelimesi bizzat çirkin, iğrenç ve aşağılık bir tabloyu, pis ve tiksindirici bir atmosferi canlandırmaktadır. Bu, yeryüzünde üstünlük taslamanın, büyüklenmenin, dış görünüş ve mevki-makamla insanları yoldan çıkarmanın, Allah'a ve Allah'ın kullarına karşı küstahça davranmanın karşılığıdır.
166- İşte uyulanlar (liderler), kendilerine uyanlardan uzaklaşıverdiler, azabı gördüler ve aralarındaki bütün bağlar kesildi.
167- Uyanlar o zaman "Keşke bir daha dünyaya geri dönebilseydik de şimdi onlar bizden nasıl uzaklaştılar ise bizde onlardan öyle uzak dursaydık " derler. Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar biçiminde gösterir. Onlar Cehennem'den çıkamayacaklardır.
"Zulmedenler azabı gördükleri zaman, bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi! İşte uyulanlar, kendilerine uyanlardan uzaklaşıverdiler; azabı gördüler ve aralarındaki bütün bağlar kesildi.
Uyanlar o zaman; `Keşke dünyaya bir daha dönebilseydik de şimdi onlar bizden nasıl uzaklaştılar ise biz de onlardan öyle uzak dursaydık" derler. Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar biçiminde gösterir. Onlar Cehennem'den çıkamayacaklardır.
Allah'a birtakım ortaklar koşarak hem hakka karşı ve hem de kendilerine zulmedenler var ya, eğer onlar ortağı olmayan Allah'ın huzurunda dikilecekleri güne göz atabilseler, zalimleri bekleyen azabı karşılarında görecekleri günü şimdiden bakışlarının kapsamı içine alabilseler, eğer bunları şimdiden görebilseler, "Bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu",buna göre eşlerin ve ortakların varlığının sözkonusu olmadığını ve"Allah'ın azabının ağır olduğunu" görürlerdi.
Bunun yanında onlar keşke Ahiretteki azabı karşılarında görecek olan liderlerin kendilerine uyanlardan uzaklaşacakları, böylece liderler ile onların peşinden gidenler arasındaki bütün bağların, ilişkilerin ve iplerin kopacağı anı da keşke şimdiden görebilselerdi. O ana-baba gününde, uyan olsun, lider olsun, herkes kendi derdine düşecek, sırf kendisini düşünecektir. Böylece o gün aldanmış yığınların bağlandıkları bütün iktidarlar ve liderlikler düşecek, bu iktidarların sahipleri ile liderler, bağlılarını korumak bir yana, kendilerini korumaktan aciz kalacaklardır. Bunun sonucu olarak, tek Allah'ın ve tek kudretin gerçek olduğu, buna karşılık sapık liderliklerin yalancılıkları, güçsüzlükleri, Allah'ın ve O'nun azabının karşısında ellerinden hiçbir şey gelemeyeceği realitesi ortaya çıkacaktır. İşte o zaman;
"Uyanlar; `Keşke dünyaya bir daha dönebilseydik de şimdi onlar bizden nasıl uzaklaştılar ise biz de onlardan öyle uzak dursaydık' derler."
Burada, sapık liderliklerin aldanmış bağlıları, efendilerine karşı kinlerini ve nefretlerini açığa vuruyorlar, ayrıca tatlı geçmişlerine (!) döndürülmelerini, tekrar dünyaya gönderilerek kendilerini vaktiyle aldatan, fakat şimdi azabı görünce onlarla ilişkilerini kesen, aslında zayıf ve aciz liderlere karşı bağımlılıklarından vazgeçebilmeyi özlüyorlar.
Bu tablo son derece etkileyicidir. Dünyadaki bağlılar ile liderler, sevenler ile sevilenler arasında; tatlı ilişkilerin birbirinden uzaklaşma, çatışma ve birbirlerine düşman kesilme ile yer değiştirmesini canlandıran bir tablo. Bunun arkasından hemen acı ve yürek yakıcı yorum geliyor:
"Böylece, Allah onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar biçiminde gösteriyor. Onlar Cehennem'den çıkamayacaklardır."
Okuduğumuz ayetlerin devamında daha sonra insanlar, hayatın temiz nimetlerinden yararlanmaya, buna karşılık kirli ve iğrenç şeylerden uzak durmaya çağrılıyor. Buna bağlı olarak kendilerine sürekli olarak kötü şeyler yapmayı emreden Şeytan'a uymamaları, Allah'ın izni ve yasası olmaksızın bazı şeyleri O'na rağmen helâl ya da haram saymaya kalkışmamaları uyarısı yöneltiliyor. Ayrıca, inanç konusunda yüce Allah'ın rehberliğine dayanmayan taklitçiliklerden ve özenmelerden kaçınmaları telkin ediliyor. Son olarak da yüce Allah'ı bir yana bırakarak birtakım düşünemez ve işitemez putlara tapanlar, bunlardan medet umanlar kınanıyor. Böylece bu ayetler demetinin konusu ile bir önceki ayetler demetinin konusu ortak bir noktada buluşmuş oluyor.
'Ey insanlar, yeryüzünde bulunan şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin, sakın Şeytan'a ayak uydurup onun izinden gitmeyin, çünkü o sizin açık düşmanınızdır.
O size her zaman kötülük ve çirkin davranışlar yapmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler uydurmanızı emreder.
Onlara `Allah'ın indirdiklerine uyun' denilince; `Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize uyarız' derler. Peki, ya ataları hiçbir şey düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse de mi öyle yapacaklar?
Kafirler, bağırmadan ve naradan başka ses işitmeyen ve (sürekli) haykırana (hayvana) benzerler. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; onun için düşünemezler."
Yüce Allah daha önce okuduğumuz ayetlerde kendisinin tek ilâh, tek yaratıcı olduğunu ve başka şeyleri O'na ortak koşanların hakettikleri akıbete uğrayacaklarını açıkladıktan sonra, şimdi bu ayetlerde de kullarının rızkını verenin kendisi olduğunu, helâl ile haramı yalnız kendisinin yasalaştıracağını belirtmeye geçiyor. Daha önce gördüğümüz gibi bu yetki, Allah'ın birliği ilkesinin bir türevi, kaçınılmaz bir sonucudur. Çünkü yaratmayı ve rızık vermeyi hangi merci yapıyorsa kanun koyup helâl ile haramı belirlemeyi de o yapar. Böylece yasa koyma ile inanç sistemi arasında kopmaz bir ilişki kuruluyor.
Bu ayetlerde yüce Allah bütün insanlara, yeryüzünde kendilerine rızık olarak bağışladığı maddelerin helâl ve temiz olanlarından yemelerini mübah ve serbest kılıyor; daha sonra belirtilecek olan yasaklanmış yiyeceklerden kaçınmalarını buyuruyor. Helâl ve haram konusunda sadece O'ndan emir almalarını, bu meselelerin hiçbirinde Şeytan'a uymamalarını öneriyor. Çünkü Şeytan onların düşmanıdır. Bu yüzden onlara iyi olanı değil, düşünce ve eylem olarak kötüyü emreder; yüce Allah'ın emrine dayanmadığı halde söylediklerinin, ileri sürdüklerinin Allah'ın şeriatinin ta kendisi olduğunu kabul etmelerini önerir. Meselâ, tıpkı vaktiyle yahudilerin yaptıkları ve yine bir zamanlar Kureyşli müşriklerin iddia ettikleri gibi:

Şeytanın son sözü,
"Hiç kuşkusuz Allah'ın size yönelik vaadi doğru idi, ben ise size verdiğim sözü yerine getirmedim."

1 yorum:


  1. Kim salih amel işlerse, (sevabı) kendine; kim de kötülük ederse, (cezası) yine kendinedir. Yoksa Rabbin, asla kullara zulmedici değildir.)
    FUSSİLET Suresi 46 EN'AM Suresi 48 MUHAMMED Suresi 38 NİSA Suresi 110
    “Kuşkusuz, Allah hiçbir toplumun durumunu, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirmez.”(Rad 11)
    LİDERLERE,ÖNDERLERE ALLAH’IN HİTABI
    http://huseyinsas.blogspot.nl/search?q=zay%C4%B1flar
    Galaya alınacak bir zat değildir.**KENDİSİNİ ALLAH ZANNEDENLER 44*45 dikkat
    https://www.youtube.com/watch?v=aykg_7hPYgY&index=13&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4
    Akıl ve mantık..
    http://www.dailymotion.com/video/x5u5ldy
    GENELDE İNSANLIĞIN ÖZELDE MÜSLÜMANLIĞIN YOL AYIRIMI.
    http://bredaholland.blogspot.nl/2017/10/genelde-insanligin-ozelde-muslumanligin.html
    Bizi, mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir.İsra suresi 59
    DÜNYA OLDU BİR KÖY, EY İNSANOĞLU HEDEFİNİ İSTİKAMETİNİ BELİRLE.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/11/dunya-oldu-bir-koy-ey-insanoglu.html

    Not.Kişinin kendisinde bulunan eski fakat yanlış olan bilginin,Yeni duyduğu doğru bilgiyi HAZMETME si zordur.Süt içen bebeğe yemek sunulması gibi.
    https://www.youtube.com/watch?v=h_bcyU7IF3I 44*45 dikkat

    YanıtlaSil