1 Haziran 2016 Çarşamba

OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Ama ne yazık kİ temel inanç mevzuunda ümmet kesin ...

OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Ama ne yazık kİ temel inanç mevzuunda ümmet kesin ...: Bu takrirlerin ışığı altında «mukayeseli dinler» tarihi araştırmalarında takib edilen metodun Kur’an metodundan ne kadar farklı olduğu ortay...

Ama ne yazık kİ temel inanç mevzuunda ümmet kesin olarak ikiye bölünüyordu. Bundan sonra milliyet, akrabalık, hatta âile bağları koparak, yerini yalnız dini İnanç bağlarına terk ediyordu. Bir de bakıyorsunuz bir «kavm» birbirine düşman iki millet haline geliyor, aralarında akrabalık, ve başka alâkalardan eser kalmıyordu... İşte o zaman İlâhî hüküm tecelli ediyor, İnanan ümmetle inanmayan bedbahtların hakları veriliyor, inanmayanlar yerle bir edilirken, inananlar kurtuluşa eriyorlardı. Allah’ın âdeti seniyyesi hep böyle câri olmuştur. Önce inanç mevzuunda ikiye bölünmüş, inananlar yalnız Allah’a kulluk edeceklerini açıklamışlar, bâtıla karşı olduklarını isbat etmişler, îman ederek inanmayanlardan ayrı olduklarmı ilân etmişler ve ondan sonra İlâhî karar tecelli edip haklıyı haksızı ayırt etmiştir. İlâhî çağrı (Kur’an) tarihî dinlerin tarih içindeki setrini böyle anlatmaktadır. 2016..Bu gün nerede durkaktayız.?

Bu takrirlerin ışığı altında «mukayeseli dinler» tarihi araştırmalarında takib edilen metodun Kur’an metodundan ne kadar farklı olduğu ortaya çıkıyor.

Evet Kur’an’daki bu açıklama bize, peygamberlerin getirdikleri İlâhî dinlerde temel inançlar bakımından herhangi bir «değişme» ve «gelişme» olmadığını gösteriyor. Bazıları itikatların, tedrici olarak geliştiğinde söz ederler. İlâhî dinleri de bu gelişme meyânında mütalâa ederler. Halbuki Allah (C.C.) böyle buyurmuyor. Kur’an’da gördüğümüz gibi İlâhî dinler hep aynı hakikati ihtiva ederek gelmişlerdir. İfadenin aynı kelimelerle nakledilmiş olması bunu apaçık göstermektedir.

«Ey milletim Allah’a kulluk edin O’ndan başka tanrınız yoktur.»...

Bütün peygamberlerin kulluk edilmeye davet ettikleri ilâh, «Âlemlerin Rabbi» olan Allah’tır. Kıyamet gününde insanların muhasebesini yapacak ta O’dur. Hiç bir peygamber, insanları, herhangi bir kabilenin veya milletin ilâh kabul ettiği hürafelere davet etmiş değildir. Hiç bir peygamberin dininde totemcilik, yıldızpereslik, ruhlara tapma ve putperestlik gibi inançların asla yeri yoktur. Kendilerine «dinler tarihî bilgini» adını takan bir gurup insan, muhtelif cahiliyet devirlerini ve o devirlerin inançlarını ele alırlar, «işte o devirlerde yaşamış insanların dinî budur» derler. Asıl dinî inançları dikkate almazlar.

Halbuki, peygamberler pey der pey gelmişler, halis tevhidi telkin etmişler, âlemlerin Rabbının yegâne ilâh olduğunu ve ühiret gününde hesap soracağını öğretmişlerdir. Ne var ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, insan bünyesindeki çelişik unsurlara bir de her peygamberin vazifesini müteakip beşeriyete musallat olan cehalet eklenince itikad çizgisinden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar çeşitli şekillerde tezahür etmiştir. İşte, kendi kendilerine «dinler alimi» adını takanların araştırdıkları, sonra da tedricen geliştiğini iddia edikleri dinler bu sapma devirlerinin yanlış inançlarını kapsar.

Her şeye rağmen, bu konuda varid olan Ayeti celîle açık ve kesindir. Buna uymakla en doğru yol bulunmuş ve en sağlam bilgi
edinilmiş olur. Bilhassa İslâm akidesinden bahsedip onu müdafaa eden yazarlar için başka mesnet yoktur. İnanmayanlara gelince, onlar zaten ne iseler odurlar. Allah, ne buyurmuşsa doğru buyur muştur. O, gerçekleri ortaya çıkaranların ve bu gerçeklere göre hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Beşeriyet, bir evvelki peygamberin öğrettiği tevhid dininden uzaklaştıkça peygamberlerden bir yenisi gelmiştir. —Âdem 
Aleyhisselâm ile eşinin inandıkları gibi — ilk insanlar âlemlerin Rabbını tasdik etmişlerdir. Sonra, anlattığımız âmiller sebebiyle .sapıtmışlar ve N û h (A.S.) gelmiş, yeniden kâinatın sahibini tasdike çağırmış, îman edenler kurtulmuş, yalanlıyanlar tufanla bertaraf edilerek yeryüzü Hz. N û h ’a uyan insanlar ve onların yolundan giden soyları ile mamur olmuştur. Zamanla evvelkiler gibi bunlar da cahiliyetin pençesine düşmüşler, sonra Hu d (A.S.) gelmişdir, H u d ’un peygamberliğini tasdik etmiyenler ise kasırga ile helak olup gittiler. İşte İlâhî dinlerin mazisini anlatan âyetler böylece tekrar tekrar insanların bilgisine sunuluyor.

Kavmine gönderilen herhangi bir peygamber «ey millet bu, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur» diyor ve nasihatine devam ederek «ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm» diye ilave ediyordu. Böylece peygamberler, sorumluluğun önemini anlatmaya çalışıyorlar, gerek dünya gerekse âhirette cahiliyetin lehlikeli Akibetini hatırlatıyorlar, kanlarının ve canlarının bir parcası olan kavimlerini hidayette görmeyi arzu ediyorlardı Fakat her defasında kavmin ileri gelenleri Hak’kın karşısına dikiliyor kainatın Rabbına teslim olmayı reddediyorlardı. Tek Allah'a inanmak ve O'na kulluk etmek!... Olmaz öyle şey, diyorlardı. İşte peygamberlerin görevi asıl burada başlıyor, İlâhî dinler bu inancı yıkmak İçin gönderiliyordu.— Mücadelenin bu safhasında peygamberler, batıla karşı hakkı haykırarak ilân ediyordu. Ama ne yazık kİ temel inanç mevzuunda ümmet kesin olarak ikiye bölünüyordu. Bundan sonra milliyet, akrabalık, hatta âile bağları koparak, yerini yalnız dini İnanç bağlarına terk ediyordu. Bir de bakıyorsunuz bir «kavm» birbirine düşman iki millet haline geliyor, aralarında akrabalık, ve başka alâkalardan eser kalmıyordu... İşte o zaman İlâhî hüküm tecelli ediyor, İnanan ümmetle inanmayan bedbahtların hakları veriliyor, inanmayanlar yerle bir edilirken, inananlar kurtuluşa eriyorlardı. Allah’ın âdeti seniyyesi hep böyle câri olmuştur. Önce inanç mevzuunda ikiye bölünmüş, inananlar yalnız Allah’a kulluk edeceklerini açıklamışlar, bâtıla karşı olduklarını isbat etmişler, îman ederek inanmayanlardan ayrı olduklarmı ilân etmişler ve ondan sonra İlâhî karar tecelli edip haklıyı haksızı ayırt etmiştir. İlâhî çağrı (Kur’an) tarihî dinlerin tarih içindeki setrini böyle anlatmaktadır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder